5 Mart 2017 Pazar

Mehmet Bekaroğlu (TBMM): "Kenan Evren'i Geçtiniz"
Halk tv: İhsan Eliaçık, Cihangir İslam, Alican Türk
Medyascope tv: Ersin Kalaycıoğlu, Cihangir İslam, Ayşe Çavdar
KRT: Cihangir İslam, Çağlar Cilara'nın konuğu oldu
Medyascope tv (Açık Oturum): Cihangir İslam, Funda Başaran
Hakan Albayrak (Karar):Cihangir İslâm'dan da Kurtulduk Netekim
(T24) Hidayet Ş. Tuksal: Bu yapılanlar karşısında susup oturma lüksümüz var mı?
KHk’yla ihraç edilen Prof. İslam: Doğru bildiğimizi savunmaya devam edeceğiz
HAS Partili Prof. Dr. İslam: Söz verdim, diz çökmeyeceğim
Prof. Cihangir İslam: İktidar yüzünden dine ve dindarlara bir öfke birikti
Gazete Duvar'dan Sadık Güleç'in Cihangir İslam ile söyleşisi

16 Şubat 2017 Perşembe

AKADEMİ'de NE OLUYOR

Altıncı yüzyılın ilk çeyreğinde Platon’un neredeyse bin yıl önce kurduğu Akademia’nın Hıristiyan baskısı sonucu Justinianus tarafından kapatılması ve XI. yüzyıl sonlarında Gazzali’nin siyasi ortam nedeniyle Bağdat’ı dolayısıyla Medrese’yi terk edişi. Bu iki bilinen örnek bize tarih içerisinde bilgi-iktidar ilişkisi açısından çok şey anlatır. Birincisinin gerekçesi “Hıristiyanlıkla Hakikat’e zaten ulaşılmış olduğu”; ikincisinin gerekçesi ise muhtemelen “Hakikat’in konuşulamaz olması”dır. Gazzali’nin ruhi sıkıntısı sanki kendisini bu yüzden ‘kirli’ hissetmesiyle ilgili olabilir. Gazzali’nin sonraki hayatını biliyoruz, malını-mülkünü fukaraya dağıtması ve inziva. Neticede iki durumda da “Hakikat arayışı veya bilgi üretimi” sekteye uğruyor. İkisi de tarihi donduruyor.

Parantezin iki ucu olmak kaydıyla “otorite ihtiyacı duymayan ve sürekli öğrenme çabası içerisindeki olgun bir toplum” ile “zır totaliter ve bilgi üretiminin yasaklandığı mutlak itaatkâr bir toplum” tahayyül edelim. Birincisi “çatışmasız ama huzursuz”; ikincisi “baskıcı ve huzurlu” birer toplum olurdu. İkincide potansiyel çatışma hali, mutlak itaat ile absorbe edilen bir baskıya dönüşmüştür. Eğer böyle bir imkân olsaydı, insan fıtratı saf haliyle herhalde birinciyi tercih ederdi. İşte akademi ya da Altınçağ’daki medrese bunun tortusudur. Hakikati kovalayan, çatışmasız, tartışmalı ama huzursuz. Çünkü huzur, zehirdir. Gerçek toplum yukarıda tanımlanan iki halin arasında bir yerlerde oynak bir şekilde konumlanır. Akademinin varsa eğer bir misyonu, toplumu olabildiğince birinci hale doğru hareketlendirmesi ve işlevini toplumla birlikte sürdürmesidir.

İnsanın hikâyesinde oyunu bozan, insana ve kendine yabancılaşmış otorite heveslileridir. Bunlar da kendi içinde ikiye ayrılır: “iktidar” ve “tebaa.” Bu ikisi birbirini sever ve tamamlar. Birbirine muhtaçtır. Otorite olmadığında tebaa bir yolunu bulur ve onu inşa eder. Bu ilişki biçimini içselleştiren otorite, akademiden/medreseden de tebaa davranışı bekler. Çünkü bu anlamıyla otorite muhteristir, empati yoksunudur, her şeye hakim ve sahip olmak ister. Dünyası güçten ibaret olduğu için bilgiye ihtiyaç duymaz; ya da güç adına ihtiyaç duyar. Her toplumun ya bugününde ya da dününde bunun örnekleri boldur. Akademisyene düşen bilgiyi her türlü otoriteden bağımsız kılmaktır.

Gücü kutsayan her iktidar gerçek anlamda akademi/medrese veya muadili ne varsa bunlardan korkar. Çünkü hakikat diye bir derdi yoktur. Bunları kendi amaçlarına hizmet eden, onun açtığı başlıkların altını dolduran birer tümen olarak görmek ister. Olan biten bunların tekil bir örneğidir.